Aristoteles’in Tragedyası Bağlamında: “The Killing Of a Sacred Deer”

Aristoteles – M.Ö: 385-323

Aristoteles’in Tragedyası

Tragedya mimesinin (taklidin) dram halidir.

Ana amacı insanlarda acıma, korku ve heyecan gibi hisleri uyandırarak onları katharsise ulaştırıp ders vermek, insanları erdemli davranışlara yöneltmektir. İrdelediği konuları insanlara aktarırken kullandığı birtakım teknik araçlar vardır.
Bu araçlar olay örgüsü, ana düşünce, karakterler, sözlü ifade (diyalog olabilir), sahne düzeni (dekor) ve müziktir. Karakterler genellikle soylu sınıftan ve mitolojik öğelerden oluşur. Günümüze uyarladığımızda bunu ekonomik olarak üst sınıftaki insanlar, politikacılar vb. olarak ele alabiliriz.

Fakat burada bir nüans vardır. Aristotales Poetika’sında da belirttiği gibi tragedya, insanları değil eylemleri, yaşamı, mutluluğu ya da yıkımı taklit eder; ve mutluluk ya da yıkım eylemin içindedir; Hedeflediğimiz son da bir durum değil, bir eylemdir. Yani en temel ihtiyaç bir eylemdir. Ve bu eylem her zaman mantıklı bir neden-sonuç ilişkisine bağlı olmalıdır. A noktasında tetiklenen eylem B noktasındaki sonucun nedeni olmalıdır. Eylem yapıtın ve yapıt içinde yer alan karakterlerin kaderidir. Karakterlerin yetenekleri, özellikler onları kötü sondan uzaklaştırmaz. Ve yine Poetika’da bahsedildiği gibi öyküdeki baht dönüşünün yıkımdan mutluluğa değil mutluluktan yıkıma doğru gitmesi gerekir. Güzel ve etkili bir tragedyanın özü budur. Devamlı bir acıma, devamlı bir korku…

Katharsis ise tüm bu öykü evreni sonucunda öykülenen/sahnelenen ile onu okuyarak, izleyerek veya dinleyerek özdeşleşen kimselerin tüm bu yaratımdan gerekli mesajları alarak arınması, kendisine uygun bir mesaj çıkarmasıdır.

Bir Bakış: The Killing Of a Sacred Deer

Film için modern bir tragedya örneği diyebiliriz. Mizahi öğelerden sıkı bir şekilde arındırılmış son derece soğuk ve geleneksel mitolojik öğelerle bağ kurmuş başarılı bir örnek.
(Agamemnon ve Artemis’in hikayesi…)

Filmik zamanın başlangıç noktası olarak ele alabileceğimiz kötü/yanlış bir eylemin sonucunda (Steven’in alkollü bir şekilde ameliyatı üstlenmesi.) işlerin gittikçe kötüleştiğini, mutlu aile tablosunun yıkıldığını, aile içi dinamiklerin bozulduğunu, ölüm korkusu ile ailesel bağların zedelenip bireysel telaşların ortaya çıktığını görüyoruz. Yönetmen tarafından seyirciye sürekli bir acı, sürekli bir korku sunuluyor. Tüm aile kötü bir eylemin cezasını çekiyordur. Tüm bunlardan kurtuluşun yolu ise geyiği öldürülen Artemis’in lanetinden kurtulmak için ona bir kurbanın verilmesidir. Yani kısasa kısas. Burada ise Iphigeneia’nın kaderini küçük Bob üstlenmektedir. Bob ölür, aile lanetten temizlenir. Seyirci tüm bunların sonunda kendi arınmasını kendi çıkarır. Öykü başarılı bir şekilde başlamış ve başarılı bir şekilde bitmiştir.

Tıp ki Poetika’da geçtiği gibi, kötü huyları ya da acımasızlığı yüzünden değil, bir yanılgı yüzünden yıkıma sürüklenen bir adam; büyük bir üne sahip, büyük bir mutluluk içinde yaşayan, Oidipus gibi, Thyestes gibi ya da bu türden ailelerin şanlı üyeleri gibi biri… Bu tanımlamayı olduğu gibi alıp filmimizin karakterine yorumlayabiliriz. Film başarılı ve ünlü bir doktorun “bir yanlışı” yüzünden başına açtığı kötü bir eylem ve bu eylem sonucunda karşılaşacağı daha kötü olayların bütünüdür.

Günümüzde Tragedyanın Ele Alınışı

Aslında tragedyanın ele aldığı “kötülük doğuran eylemden başka kötü eylemler ortaya çıkar” mantığı genel olarak doğru bir mantıktır. Bunun hayatın her alanında görebiliriz. Ve salt üst sınıfın başına gelen ya da onların başının altından çıkan şeyler de değillerdir artık. Sıradan insanın yaşamına da tezahür edebilir ve farklı şekillerde gözlemlenebilir bir durumdur bu. Bundan sebep tragedyanın kendini beslediği ve sınırlarını çizdiği tüm dramatik özellikleri günümüz üretimlerinde görmek mümkün. En basit haliyle kumar oynayan bir iş adamının iflas etmesi, ailesinin kötü yollara düşmesi vs… Tragedya bunu sadece iş adamı gibi üst sınıf bir insanın üstünden ele alsa da bizler “keskin sınırlar” koymayan çoğu üretimde bunun normal insana da sirayet ettiğini görüyoruz.

Ele aldığı konularda ise sanatçı yine “keskin sınırlar” koymadığı ve “geleneğe bağlı” kalmadığı sürece mitolojik olaylar dışına da çıkabilir. Çünkü modern çağda mitolojik unsurların gündelik insan yaşamındaki karşılığı yok denecek azdır. Bunun yerine daha gerçekçi konular işlenebiliyor. Şöyle de diyebiliriz eski tip geleneğe sıkı sıkıya bağlı anlatıdaki mitoloji ve mitolojik unsurlar modern hayatta yerini toplumsal ve bireysel unsurlara bırakmıştır. Katharsis ise aynı şekilde izleyicinin, okurun ya da dinleyicinin kişisel çıkarımlarını almaları ile devam etmektedir.

Tabi günümüzde sadece Aristo’nun klasik anlatısı yoktur. Onun bir de Bertolt Brecht tarafından temelleri atılmış antitezi vardır. Bunun adı epik tiyatrodur. Epik tiyatroda ise sanatın kendisi değil topluma iletilen mesaj önemlidir. Olaylar arasında neden-sonuç ilişkisi aranmaz. Önemli olan mesajın seyirciye bir şekilde ulaştırılmış olmasıdır. Mizah öğeleri barındırır. Toplumun her kesiminden insan yer alır ve en önemlilerinden birisi klasik anlatıdaki gibi seyircinin sahnedekiyle özdeşleşmesine izin vermeyerek yabancılaştırma tekniği kullanır. Nedeni ise sunulan üretimdeki karakterlerle özdeşleşip kendisi onların yerine koyan insanların özgün bir bakış açısına sahip olamayacaklarını dolayısıyla da doğru eleştirileri yapamayacaklarını düşünmeleridir.

Son söz olarak her sanat akımının muhatabı insandır ve her sanat akımı bir şekilde insana ulaşmaya çalışmıştır. Fark sadece izlenen yol ve yöntemlerdir içeriğidir. İnsan ve eylemleri var oldukça trajedi de komedi de yaşamlarımızda var olmaya devam edecektir. Ve yine insanlar tarafından insanlara anlatılmaya devam edecektir. Belki bu yöntemlerle belki de daha farklı yöntemlerle…

-Mgk

Yorum bırakın