Geçmiş Zaman Sahipleri ya da Monarşi…

Süleymaniye Camii ve
Kanuni Sultan Süleyman’ın Türbesi

Ruh dediğimiz şeyin ölen kişinin ardından aklımızda kalan belli belirsiz siması olduğuna inanırım. Bununla beraber sadece kişilerin değil mekanların, meydanların, şehirlerin ve hatta genişletecek olursak belli bir dönemin veya tarihin de ruhu vardır. Bu ruha bazen direkt şahit olunur bazense bilgi ile vâkıf olunur. Neticesinde her şey yok olmaya ve geride sadece bir ruh bırakmaya mahkumdur. Mezarlıklar ise bu ruhların sahipleri ile doludur.

Süleymaniye Camii’nin hemen yanından yer alan Süleymaniye Camii Mezarlığı da yok olmuş bir zamanın ruhlarını barındırır bünyesinde. İmparatorluğun muhteşem yüzyılını yaşatan Kanuni Sultan Süleyman ve onun sevdası Hürrem Sultan’ın türbeleri bir yana dursun tüm kabristana yayılmış saray halkı ve dönemin berayası usulca yatar toprağın altında…



“Bu sarayın başı göklerdeydi
Şimdi duvarında bir kumru
Guguk diye ötüyor
O şanlı günlerin ardı…”

Toprağın üstünde, bugünün bir sahibi olarak geçmiş zamanın sahiplerini düşünürken onların yaşadığı zamanı, hayatı, gündelik mutlulukları ve hüzünleri, kaybedilmiş bir sevilenin ardından tuttukları yasları, alınmış bir kötü haberin ardından hissettikleri acıyı düşünmek pek tabii mümkün. Biraz da tarihin ince fısıltılarına meraklı iseniz duyduklarınız karşısında düşünmenin de ötesinde bir miktar hissedip, hislenebiliyorsunuz da.


Çiçekli, işlemeli, zarif bir mezar taşı; kim bilir hangi vezirin ya da paşanın zevcesi idi burada yatan kadın. Üzerinde kırılmış bir gül bulunan mezar taşı; kim bilir kimdi genç yaşta yitip giderek ardından yaşlı gözler bırakan bu genç kadın. Diğerlerine göre oldukça küçük ve saflığa atıfta bulunmak için oldukça sade bir şekilde bırakılmış, neredeyse hiç kirlenmemiş bir ruhun temsili şu çocuk mezarı; kim bilir kimin ümitleriydi ya da öldürülmüş bir şehzade miydi acaba? Şu büyük mezar hangi ünvanlı işleri başarmış vezirin? Acaba hangi mezar taşı iktidar uğruna yok edilmiş bir şehzadenin ardından onun hatırasını taşısın diye dikildi?


Mezarların boyları, süslemeleri, mezar taşlarının üstünde yer alan sarıklar, kavuklar, fesler ve de başlıklar bize toprağın altındaki mevtanın yaşamına dair ipuçları veriyor. Fotoğrafı genişletip şöyle geniş bir açıyla baktığımızda ise mezarlığın ardındaki bir başka gerçeği görüyoruz: monarşinin ruhu ve seçilmişlerin yurdu…


Sıradan halkın asla yer almadığı bu tür hanedan ve beraya mezarlıklarında ölümün bile bir rütbesi, eşitsizliği -bakış açısı farklılığına göre de ölümsüzlüğü- söz konusudur. Mezarların büyüklükleri, kapladıkları alan, işlemeler, başlıklar derken ölürken bile kurtulmanın mümkün olmadığı -belki de kurtulmak istenmeyen- sosyal statü, toprağın üstüne nakşedilmiş çeşitli figürlerle ölen şahsın diğer ölmüşlerden veya hala yaşayanlardan farkını, yüceliğini, seçkinliğini vurguluyor. Tarihin de ruhu olur demiştik. İşte bu hissedilen de monarşinin ruhudur…

PhotoStory No.2
Aralık – 2021

-M.G.K-

Yorum bırakın