Umberto Eco’nun “Beş Ahlak Yazısı” denemesinden -Basın Hakkında- No.II

s-4686d76c477b0d32c1b055c16ca495d3bfb57f30

BASIN HAKKINDA (NO:II)

Basının Basın Hakkında Konuşması

Bu nefes nefese siyasi beyan avında, giderek basın daha çok yalnızca öteki basın hakkında konuşmaktadır. Giderek daha sık rastladığımız bir durum, A gazetesindeki bir köşe yazısında, ertesi gün B gazetesinde çıkacak olan bir söyleşiden söz edilmesidir. Giderek daha sık rastladığımız bir başka durum ise şudur: A gazetesine hiçbir biçimde belirli bir beyanı vermediğini söyleyen tekzip mektubuna cevaben gazeteci söz konusu beyanı B gazetesindeki bir söyleşide okumuş olduğunu belirtir ve B’nin de haberi dolaylı yoldan, C gazetesinden almış olabileceği üzerinde hiç kafa yormaz.

Basın televizyondan söz etmediğinde kendinden söz etmektedir; hemen hep televizyondan söz eden televizyon öğretmiştir bunu basına. Bu anormal durum kaygılı bir öfke uyandırmak yerine, siyasetçinin işine gelir, tek bir yayın organında yaptığı bir açıklamanın birlik halinde tüm öteki medya kuruluşlarınca yankılanmasını yararlı bulur. Böylece kitle iletişim araçları dünyaya açılan bir pencere olmak yerine, bir aynaya dönüşmekte, seyirciler ve okurlar Pamuk Prenses’in kraliçesi gibi kendine hayranlık duyan bir siyaset dünyasına bakmaktadırlar.

Şimdi Kim Atlatma Haber Veriyor?

Espresso dergisi sık sık çığır açan kampanyalar başlatmıştır; ilk kampanyayı, ünlü “yoz sermaye, kirli ulus’u düşünün. Peki, bu kampanyaların tekniği neydi? Evde Espresso’nun eksiksiz olarak yalnızca 1965 yılı sayıları var; geçen gün bu dergileri şöyle bir gözden geçirdim. 1. sayıdan 7. sayıya kadar yazılar siyasetten magazine kadar geniş bir alanı kapsıyor ve olağanüstü açıklamalar yok. Yalnızca 7. sayıda Jannuzzi’nin Vatikan’ın İtalyan hükümetine ödediği vergiler üzerine bir araştırması var; bu araştırmada Vatikan üç yılda İtalyan hükümetinin onayıyla mâliyeden kırk milyar liret kaçırmakla suçlanıyor. Vatikan konsilleri dönemindeyiz, anayasanın yedinci maddesi tartışılıyor, konu önemli. 8. sayıda maliye konusu yeniden ele alınmıyor. Bunun yerine Hochhut’un Il P’icario’su üzerine bir yazı yazılmış; Hochhut’un temsili, Scalfari’nin bir yazısıyla, Roma emniyet müdürlüğü tarafından durdurulmuştu. Vatikan konsili hakkında verip veriştiren imzasız bir yazı yayımlanmış. Okur ilk anda fark etmemekle birlikte, Vicario konusu Sandro De Feo’nun tiyatro köşesinde yeniden ele alınıyor. 9. sayıda Camilla Cedema’nın konsilin perde arkası üzerine uzun bir yazısı var; yazı 13. sayıya kadar devam ediyoR

Ancak 13 sayıda, yaklaşık iki ay sonra, Livio Zanetti’nin bir yazısında konkordatoda yapılan değişikliklere ilişkin tartışmalar ve bu tartışmaların yarattığı siyasal sorun gündeme getiriliyor ve yalnızca yazının sonunda bu sorun ile Vatikan’ın varsayımsal mali dolandırıcı-lıkları arasında bağlantı kuruluyor. 14 sayıda yeniden bu konu ele alınmış, ama artık ilk sayfada verilmiyor. 15. sayıda Kilise, Falconi’nin isyankâr rahipler ve o zamanlar yeni olan Barbiana kilisesi olayı üzerine bir yazısıyla devreye giriyor. Ancak 16. sayıda ilk sayfadaki bir köşe yazısında Nenni’nin Vatikan’ı ziyaretinin siyasal ağırlığından söz ediliyor. İtalyan devleti kendi haklarını geçerli kılabilecek midir? 18. sayıdan itibaren yargının gizemleri üzerine yeni bir soruşturma başlıyor.

Derginin belli ki bir stratejisi vardı, her hafta “Yakalayın! Yakalayın!” diye bağırmamayı biliyor, dozu ayarlıyor, haberleri büyük bir dikkatle irdeliyor, okurların yavaş yavaş kendi görüşlerini oluşturmalarına imkân veriyor, siyaset sınıfına dozunda ama ısrarcı bir gözlemin ağırlığını duyuruyor, gerekirse her şeyin ifşa edilebileceğini sezdiriyordu.

Günümüzde bir dergi aynı tutumu izleyebilir mi? Hayır: (i) Espresso o zamanlar tirajı ve grafik sunumuyla yönetici sınıfına sesleniyordu; günümüzde okurları en azından beş kat arttı, artık incelikli, aşamalı ve tedrici ima tekniğini izleyemez; (ii) günümüzde başlangıçtaki atlatma haber, basının kalanı tarafından ve öteki medya kuruluşları tarafından ele alınır ve konunun çapı genişletilirdi; dergi konuyu yeniden ele alabilmek için, yeterince denetlenmemiş verileri şişirme pahasına, bahsi yükseltmek, daha sansasyonel haberler bulmak zorunda kalırdı; (iii) siyaset dünyasında ve televizyondaki verilişlerinde konu artık bir münakaşaya dönüşmüş olurdu; haberin amacı artık bir mali dolandırıcılık kuşkusun bir konkordato sorununun var olduğu gerçeği olmaktan çıkar o sorun üzerinde patlak veren gösterişi, bir karşıtlık haline gelirdi -ve dergi yalnızca öteki gazetelerin veya televizyonların sorunu nasıl ele aldıklarından söz ederdi; (iv) son olarak, basındaki dönüşümü sağlayan öğeler arasında, yargının yeni tutumunu göz ardı edemeyiz. Basın, siyasal güçlerin sustuğu ve yargının görmediği noktada devreye giriyordu. Temiz Eller hareketinden sonra yargı her düzeyde öyle büyük bir ihbar yoğunluğuna ulaştı ki, basına keşfedecek pek bir şey kalmıyor. Olsa olsa adliye sarayından çıkan ihbarları yineleyebilir (veya önceleyebilir, çılgınca bir ölçüsüzlük yarışı içinde) ya da oyunu değiştirip yargıyı ihbar edebilir, ama burada da televizyonun peşi sıra gitmek koşuluyla. O zaman taraflar arasındaki oyun “ihtilaç”lı hale gelir. Oyunun her tür etkisini yok eden veya bütünsel tek etki olarak siyasal mücadelenin yozlaşmasına yol açan da bu ihtilaçtır.

Bir zamanlar gazeteler, bilen insanlardan sakıngan bir itiraf koparabilmek için parlamento koridorlarına hafiyelerini göndermek zorunda iken, günümüzde aynı gazeteler talep etmedikleri dosya yığınlarını önlerine yığan kimselerden sakınma zorunluluğuyla karşı karşıyadırlar; güvenilirliğinin gözden geçirilmemesi durumunda bu dos-yalar gazetenin kandırılmış bir çığırtkan haline gelmesine ve güvenilirliğini yitirmesine yol açmaktadır. Gazete savunma oyunu oynamak, dışarıdan gelen darbeleri savuşturmak zorundadır. Gazeteciliği özerk bir dördüncü kuvvet olarak gören Arrigo Benedetti’ye karşı, olaylar, siyaset dünyası, yazılar ve gazetecilik arasında ustaca bir denge kurarak oynamasını bilen Pecorelli üstün gelmiştir.

Başka ülkelerde de durum farklı değildir; Fransa yakınlarda her ne pahasına olursa olsun atlatma habere başvurmanın cumhurbaşkanının büyük bir titizlikle korunan mahremiyetini ihlal ettiğinden yakınmıştır. Bu atlatma haber yarışının sonuçlarının neler olduğunu Nixon ile Clinton’ı karşılattırdığımızda görüyoruz.

Washington Post’un Watergate araştırmasından önce, siyasal ataklar dışında başkana ve onun haysiyetine yönelik saldırılar olmamıştı. Nixon’ın başvurduğu hilenin niteliğini tek başına değerlendirirsek şu sonuca varırız: Nixon fazlaca işgüzar işbirlikçilerini suçlayarak bu işten kolaylıkla sıyrılabilirdi. Ama bir yalanla yola çıkmak gibi bir hata işledi. Bu noktada, gazete kampanyası tüm dikkatini Amerika Birleşik Devletleri başkanının yalan söylemiş olduğu gerçeği üzerinde yoğunlaştırdı ve sonunda Nixon, dolaylı olarak Watergate’e gizlice adam sokmaktan suçlu olduğu için değil, yalancılığı yüzünden iktidardan düştü. Şu halde, yapılan seçim kesin, şaşmaz, dengeli ve bu yüzden etkili olmuştu. Clinton’a karşı kampanyayı son derece zayıf ve etkisiz kılan şey, artık her gün bir atlatma haberin gazetelerde yer alması ve bu haberin basında yer alabilmesi için Clinton ile Hillary’ye her tür ahlaksızlığın atfedilmesinden çekinilmemesidir: Arazi spekülasyonundan devletin parasıyla kedi beslemeye kadar. Çok fazla. Kamuoyu bundan rahatsız olmakta, temel olarak kuşkulu bir tutum takınmaktadır. Sonuç, burada da, siyasal mücadelenin yozlaşmasıdır: Bir lider, ancak hapse göndermeyi başarırsanız, bir başkasına bırakır yerini.

Ne Yapmalı?

vbnmkBu çelişkilerden kaçınmak için, basının önünde iki yol vardır; ikisi de güç yollar, çünkü şimdiye kadar bu yolları uygulayan yabancı gazeteler de yeni döneme ayak uydurmak için bir biçimde değişmek zorundalar.

İlk yol, “Fiji yolu’dur. 1990 yılında yaklaşık bir ay süreyle Fiji Adaları’nda, geçen yıl da yaklaşık bir ay süreyle Karayip Adaları’nda kaldım. Kaldığım adacıklarda yalnızca yerel gazeteyi okuyabiliyordum; sekiz oıı sayfalık bu gazetenin büyük bir kısmını lokanta ilanları ve yerel nitelikli haberler kaplıyordu. Bununla birlikte, ben Fiji’deyken Körfez Krizi patlak veriyordu, Karayipler’deyken de İtalya’da Biondi olayı tartışılıyordu. Gelgelelim, temel olayların hepsini günü gününe izleyebiliyordum. Bu son derece yetersiz gazeteler, yalnızca ajansın verdiği mesajlar üzerinde çalışarak, birkaç satırda önceki günün en önemli haberlerini vermeyi başarıyorlardı. O kadar uzaktan, o gazetenin sözünü etmediği şeylerin aslında pek de önemli olmadığını anlıyordum.

Doğal olarak, Fiji yolunu izlemek gazete için korkunç bir satış düşüşü anlamına gelecektir. Gazete, döviz bültenlerini okuyan elit sınıf gibi elit bir sınıfın bülteni haline gelecektir, çünkü temel yönleriyle verilen bir ha-berin ağırlığını anlamak eğitilmiş bir gözü gerektirir. Ama, basının eleştirel işlevinden yoksun kalacak olan siyasal yaşam için de bir talihsizlik olacaktır bu. Yüzeysel politikacılar, bu noktada televizyonun yeterli olacağını düşünebilirler; ama televizyon, her gösteri biçimi gibi, tüketir. Bir siyasal sınıf aynı zamanda geniş, sakin ve düşünsel bir yüzleşmeyle gelişip olgunlaşır; bunu da yalnızca basınla ilişki sağlayabilir. Ve tamamıyla haftalık bir dergiye dönüşmüş, televizyonu temel alarak tekdüzeleşmiş bir basından en çok siyasal sınıf zarar görecektir (siyasetçiler yalnızca kısa vadeli bazı yararlar elde edecektir).

Öteki yol “kapsamlı irdeleme” olarak tanımladığım yoldur: Gazetenin şov dünyasının haftalık dergisi haline gelmekten vazgeçmesi, dünyada olanlar hakkında ciddi ve güvenilir bir haber kaynağı niteliği edinmesi. Gazete yalnızca dün bir Üçüncü Dünya ülkesinde meydana gelmiş hükümet darbesinden söz etmekle kalmayacak, bu ülkedeki olayları dikkatle, sürekli olarak izleyecektir – olaylar kuluçka dönemindeyken de, okura niçin (hangi ekonomik veya siyasal, aynı zamanda da ulusal nedenlerden ötürü) orada olanların dikkatle izlenmesi gerektiğini açıklamayı başararak. Ama bu tür bir basın okurun uzun süreli eğitimini gerektirir; bugün İtalya’da herhangi bir gazete böyle bir şeye kalkışsa, daha okurlarını eğitmeyi başaramadan onları kaybederdi. Eğitimli bir okur kitlesi olan ve New York’ta neredeyse tekelci bir pazarı elinde tutan New York Times bile okurlarını çeken son derece renkli ve daha hafif US Today’i göz ardı edememektedir.

Ama başka bir şey de olabilir. Telematiğin ve interaktif” bir televizyonun gelişmesiyle, pek yakında her birimiz evde, binlerce kaynaktan yararlanarak kendi temel gazetemizi oluşturup basabileceğiz. Gazeteler ortadan kalkabilir – gazete yayımcıları değil, onlar daha az ücret karşılığı bilgi satabileceklerdir. Ama evde yapılan gazete, yalnızca hazırlayanın ilgilendiği şeyleri söyleyebilecek ve onu, teşvik edici bir bilgiler, yargılar, uyarılar akışından uzaklaştırabilecektir; gazetenin sayfalarını çevirerek, beklenmedik veya arzu edilmedik haberi yakalama olanağını elinden alacaktır. Bu durumda haberleri nerede ve ne zaman aramak gerektiğini bilen son derece bilgili bir seçkin kitle ile yalnızca yaşadığı yörede iki başlı bir buzağının doğduğunu bilip, dünyada neler olduğuyla ilgilenmeyen bir alt sınıf bilgi işçileri kitlesi ortaya çıkabilir. New York, San Francisco, Los Angeles, Washington ve Boston dışında yayımlanan Amerikan gazetelerinde olan da zaten budur.

Bu durumda bile, yalnızca televizyona dayanmak zorunda kalan politikacılar için bir talihsizlik söz konusu olacaktır; siyasetçiler, seçmenlerin yalnızca bir yayından ötekine, bir saatten ötekine anlık duygulara tepki verdiği bir avam cumhuriyeti rejimine sahip olacaklardır. Herkes için ideal bir durum gibi görünebilir bu; ama bu durumda, yalnızca siyaset adamı değil, gruplar, hareketler de gelip geçici modalar gibi kısa ömürlü olacaktır.

Doğru, gelecekteki Internet seçeneği de var, Al Gore gibi siyasetçiler bunu çoktan anlamış durumdalar. Bilgi birçok özerk kanaldan yayılıyor, sistem başsız ve denetimsiz, herkes herkesle tartışıyor, yalnızca anında gerçekleşen irdelemelere duygusal olarak tepki vermekle kalmayıp yavaş yavaş keşfettiği derin mesajları da sindiriyor, parlamento konuşması veya eski gazete polemiği ötesinde ilişkiler ve tartışmalar oluşturuyor.

Ama, en azından uzun yıllar boyunca (i) telematik ağlar kültürlü ve genç bir elitin aracı olarak kalacak, geniş halk kitlelerinin, Katolik ev kadınının, Komünist Yeniden Yapılanma hareketinin yöneldiği toplumdışı kişinin, Demokratik Sol Parti’nin yöneldiği emeklinin, burjuva kadınının aracı olmayacaktır. Gözdağıyla karışık bir şaka bu, ama söylediklerimde gerçek payı da var; telematik ağ şimdilik iktidarı size ve geleneksel seçmenlerinize değil, yalnızca Wall Street’in genç, “parlak” işadamları ile ayrıcalıklı bir bağlantı kuracak olan öğrencilerime verebilir; (ii) bu ağların, her tür üst denetimden yoksun, başsız kalacağı kesin değildir; şimdiden tıkanıklıklar yaşıyoruz, yarın öbür gün bir Büyük Ağabey erişim kanallarını denetleyebilecek ve o zaman eşit süreli konuşma hakkı tartışması bir yana…; (iii) bu ağların olanak verdiği devasa bilgi akışı, aşın bir sansüre götürebilecektir. Pazar günkü New York Times gerçekten de “basılmaya değer her haberi” (all the news that’s fit to print) içermektedir, ama Stalin dönemindeki Pravda’dan pek de farklı değildin çünkü -gazeteyi yedi günde tamamıyla okumak olanaksız olduğundan— sonuçta haberler sansürlü veriliyormuş gibi bir durum doğmaktadır. Aşırı bilgi akışı ya rastlantısal seçme ölçütlerine ya da gene son derece eğitimli bir elite yönelik, iyiden iyiye düşünülmüş seçimlere yol açmaktadır.

fft99_mf6641777Sonuç olarak ne demeli? Ben basının, yani geleneksel anlamda kâğıda basılmış, bayilerden isteğe bağlı olarak satın alınan gazete ve dergilerin temel bir işlevi olduğuna inanıyorum, yalnızca bir ülkenin uygarca gelişimi açısından değil, kendi tatminimiz ve birkaç yüzyıldır Hegel’le birlikte gazetelerin okunmasını modern insanın sabah duası gibi değerlendirmeye alışmış olmanın verdiği zevk için. Ama bugünkü durumda, İtalyan basını kendi sütunlarında, bilincinde olduğu, ancak nasıl kurtulacağını bilemediği bir tedirginliği ortaya koymaktadır. Gördüğümüz gibi, alternatiflerin denenmesi zor olduğundan, yavaş bir dönüşümün başlaması gerekmektedir; siyaset dünyası bu dönüşüme seyirci kalamaz. Gözden geçirdiğimiz nedenlerden ötürü, basından dergileşme sürecine tamamıyla son vermesi istenemez. Ama basının yalnızca parlamento dedikodularını veya gelişigüzel beyanlan kayda geçirmeye teşvik edilmesi de olanaksızdır. Çünkü bir çöküş tehlikesi herkesin ortak sorunudur. Başlangıç olarak, genellikle bir siyaset adamı gazetelere bir yazı gönderir ve yazı “Alıp, memnuniyetle yayımlıyoruz” başlığıyla yayımlanır. Bu, düşünmeye katkıda bulunmanın ve kişisel beyanın sorumluluğunu üstlenmenin bir yoludur. Siyaset adamı her söyleşi metninin kendisine gösterilmesini ve kendisince onaylanmasını talep etmelidir. Gazetelerde daha az görünecek, ama göründüğünde ciddiye alınacaktır. Bundan gazeteler de yarar sağlayacak; yalnızca iki kahve arasında koparılmış ökeli sözleri kaydetmeye mahkum olmayacaklardır. Peki, basın bu boşlukları nasıl dolduracaktır? Belki de, Parlamento ile senato -milyarlarca insanı hiçbir biçimde ilgilendirmeyen bu iki bina- arasındaki küçük dörtgenle sınırlı olmayan dünyanın kalanında başka haberler arayarak. Buna karşılık, bizi ilgilendirmesi gereken veya yalnızca binlerce yurttaşımız onlarla bir şeyler kurmakta olduğu için değil, toplumumuzun geleceği de o insanların gelişimiyle, sorunlarıyla yakından bağlantılı olduğu için basının daha çok söz etmek zorunda olduğu milyarlarca insan var.

Gerek basına gerek siyaset dünyasına, dünyaya daha çok, aynaya daha az bakma yönünde bir çağrıdır bu.

Umberto Eco
Beş Ahlak Yazısı – Basın Hakkında…